Anasayfa » Dünya » Türkiye-ABD İlişkileri ve Türkiye – Rusya İlişkileri

Türkiye-ABD İlişkileri ve Türkiye – Rusya İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrası yoğunlaşan Türk- Amerikan ilişkileri, Soğuk Savaş dönemi boyunca “sıkı bir müttefiklik” ilişkisi şeklinde devam etti. Özelikle Sovyetler Birliği’nin genişleme senaryolarına karşı Türkiye’nin jeopolitik konumunu kullanan ABD, Türkiye’de bulundurduğu çok sayıda üslerde ve özellikle 1954’de kurulan İncirlik üssünde konuşlandırdığı özel silahlar ile kendini her zaman güvende hissetmiştir. Diğer yandan, Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’e inmesinin engellenmesi ve her hareketinin anında gözetlenmesi açısından Türkiye bir üs olarak kullanılmıştır. Bu nedenlerle ABD, Türkiye’ye Soğuk Savaş dönemi boyunca özel bir önem vermiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Türkiye’nin jeo-politik konumunun zayıflayacağını savunanların tezleri de çöktü. Kafkaslar ve Orta Doğu’daki enerji geçiş noktalarından birisine dönüşmesi ve enerji hatlarının güvenliği açısından olduğu kadar, eski Sovyetler Birliği’ndeki Türki Cumhuriyetlerinin kontrolü açısından da Türkiye’nin önemi tartışılmaz noktaya geldi. Bunların yanına, Orta Doğu ülkelerinde “İsrail’in güvenliğini teminat altına almak amacıyla” yürütülen planlanmış hareketlerin odak noktasına taşınması gereği, Türkiye’yi ABD açısından vazgeçilmez bir ülke konumuna getirdi. Türk-Amerikan ilişkileri daha önce de birkaç noktada gergin dönemler yaşamıştı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda, iki ülke ilişkilerinin ciddi biçimde gerildiğine tanık olmuştuk. Bu gerginliğin, Amerikan silah ambargosunun 1978 yılında ABD Kongresi kararıyla kaldırılmasıyla 1980 yani “12 Eylül Darbesi” sonrasında sona erdiğini gördük. Türk-Amerikan ilişkilerinde bir diğer kırılma, ABD’nin Irak müdahalesinde yaşandı. 1 Mart Tezkeresinin TBMM tarafından reddedilmesi ile ABD’nin Türkiye karşısında tavrı çok sertleşti. Bununla bağlantılı olarak, Ermeni iddiaları ve PKK terörüne yönelik ABD’nin gizli ve açık tehditleriyle karşılaşıldı.
Bu konularda Türk-Amerikan ilişkilerinin hala gerginlikler yaşadığı biliniyor. Türk- Amerikan ilişkilerini tehdit eden en önemli sorunlar; Türkiye’de yaşanan teröre ABD’nin gizli desteği, terörün
ABD tarafından inşa edilmiş Irak devleti topraklarında ve özellikle ABD-İsrail güdümlü Kuzey Irak bölgesinde yoğunlaşması, bölgede İsrail’in çıkarlarına uygun biçimde bir Kürt devletinin inşa edilmeye çalışıldığı süreçtir. Kuzey Irak’ta ABD-İsrail ikilisinin kontrolündeki Kürt yönetimi, Türkiye’ye karşı yürütülen terör eylemelerinin merkezi konumundadır. Bölücü Terör örgütü, Irak’ın ABD kontrolündeki Kuzey Irak bölgesinde serbestçe faaliyet göstermekte, terör kamplarında askeri eğitimlerini kolayca yapmakta ve Türkiye’ye geçerek terör eylemleri gerçekleştirmektedir. Bununla da kalmayıp Türk medyasındaki uzantılarına terör kamplarından yazı dizileri yayınlatarak, Kandil’deki teröristlerin “çevreci yaklaşımları, Kandil’in peyzajına verdikleri önem” ballandıra ballandıra anlatılmaktaydı. Tabii ABD zorlamasıyla yürütülen “Çözüm Süreci”nde de maalesef bu teröristler “silahlı unsur” olarak tabir edilmişti. Buna karşın, Türkiye’nin Kandil başta olmak üzere Irak içinde kara harekâtı gerçekleştirmesi, ABD tarafından engellenmektedir. Türk-Amerikan ilişkilerinde kopuşun ipuçları, ABD’nin sarsılmaz müttefiki olan İsrail’in ve kendi küresel çıkarları amacıyla yürüttüğü Orta Doğu planlarında Türkiye bir üs noktasına getirildiği halde, başta terör ve Kürt devleti kurulması gibi planlar olmak üzere Türk milli çıkarları konusunda hiçbir adımın atılmamasıdır. Türkiye’nin dış politikası, ister istemez milli çıkarlar temeline oturmak durumundadır. Türk Dış Politikası, küresel güçlerin oyuncağı olacak biçimde uzun süreli olarak hiçbir biçimde sürdürülemez. ABD, Orta Doğu’da bataklığa saplandı. Libya’da yeniden bir iç savaşın ayak sesleri duyuluyor. Suriye’de ABD’nin istediği başarı kazanılamadı. Irak merkezi hükümeti, ABD’den çok “mezhepdaşı” İran ile yakınlaşma içine girdi. İran müdahalesinin riskleri her geçen gün büyüyor. Bunlar da yetmiyormuş gibi, küresel ekonomik kriz, ABD’yi ciddi biçimde etkiliyor ve ABD müttefiki Avrupa ülkelerinin bu planlardaki katkısını ortadan kaldırıyor. Ancak, en önemli sorun, ABD’nin İsrail çıkarları için yürüttüğü Orta Doğu planlarının bölgeyi
kan gölüne çevirme riskidir. ABD, Yahudi lobisinin yönetimindeki etkisiyle her dönemde İsrail ile çok yakın ilişkiler geliştirmiş ve sarsılmaz bir müttefiklik ilişkisi içine girmiştir. Bu doğrultuda, Orta Doğu’da Amerikan planları her daim İsrail’in çıkarlarına hizmet etmiştir. Orta Doğu’daki yeni planların da İsrail milli çıkarları için dizayn edildiği de su götürmez. Bu durum, ABD için ileride çok önemli riskler taşımaktadır. ABD, her ne kadar bu planların yürütülmesinde İsrail’i dışarıda tutmaya çalışsa da her adımda Orta Doğu projesinin İsrail çıkarlarına hizmet ettiği gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Orta Doğu’da Suriye, Irak, İran ve elbette ki Türkiye’den koparılacak topraklarla İsrail güdümünde bir Kürt devleti kurma planları da netleşmeye başladı. ABD’nin İsrail çıkarlarını
gözeten Orta Doğu planlarından vazgeçmemesi, İsrail güdümündeki Kürt devleti kurma planlarında ısrar etmesi ve bölgemizde kaba güce dayalı politikalar ile hareket etmeye devam etmesi durumunda yalnızca Türk-Amerikan ilişkileri bozulmakla kalmayacak, bölgede hiç de öngörülemeyecek ittifakların birden bire kendiliğinden gelişmesine de zemin hazırlanacaktır. ABD, neredeyse girdiği tüm savaşları kaybetmiş bir ülkedir. Atom bombası kullanılmasaydı, Japonya’ya karşı başlatmış olduğu savaşı da kaybedeceği kesin gibiydi. Böyle devasa bir askeri gücün girdiği savaşları kaybetmesi, neden savaştığını bilmemesiyle ve açık bir şekilde savaş becerisinin çok yetersiz olması ile doğrudan ilgilidir. Aslında bunun nedeni, haksız savaşlar yapmasıdır. ABD, giriştiği savaşları kazanamamasının nedenlerini sorgulamak yerine, savaşları ihale yöntemiyle satmak gibi yani vekalet savaşları gibi daha faydacı (pragmatik) bir yöntem tercih etmiştir. Afganistan’da ve Irak’ta askeri olarak kazandığı savaşları siyasal olarak kaybeden, bugün o ülkelerde eski yönetimlerden daha kötü bir durumla karşılaşan ABD, bölgede yeni politikasını yürürlüğe sokmuştur. Vekalet savaşları ABD’nin bir ülke ile doğrudan savaşmak yerine, o ülkeyi içerden ve dışarıdan silahlandırılmış muhalif güçlerle savaştırmaktır. Bunun son örneğini de ülkemizde 15 Temmuz hain darbe girişimi sırasında yaşadık. Korkunç bir yenilgiyle karşılaşan ABD, 40 yıla yakın bir zamandır, Türkiye’ de devşirdiği, sisteme dahil ettiği, devlet kadrolarına itina ile yerleştirdiği yaklaşık 40 bin ajanını kaybetti. Tabii bu süreç henüz sona ermedi bunun kaçınılmaz bir siyasi ayağı olacağı da muhakkak. ABD, Suriye ile savaşı bu değişik grupların oluşturduğu muhaliflere ihale etmiştir. Savaşın vekaleten başka ellerden yürütülmesi ABD açısından çok kârlı bir yöntemdir. Böylece, savaş açılan ülke ile doğrudan savaşa girilmemiş olmakta, iç kamuoyunda asker kayıpları nedeniyle
oluşacak tepki de bertaraf edilmektedir. Ayrıca, savaşan grupların silahlandırılması yoluyla ABD silah sanayisinin krizden çıkması için savaş sektörüne kaynak aktarımı da sağlanmaktadır. Savaşın vekaleten başka ellerle sürdürülmesi her ne kadar avantajlı bir yöntem olarak görünse de beklenen başarıyı göstermediği için başta ABD içindeki önemli bazı strateji uzmanlarından olmak üzere birçok kesimden eleştiri yağmuruna tutulmaktadır. 100 bini aşan silahlandırılmış gücün kendi arasında eşgüdüm sağlayamaması, birçok yerde kendi aralarında çatışmaya başlamaları,
savaşta kafa kesmek, kadınlar ve çocukları kurşuna dizmek gibi en vahşi yöntemleri tercih etmeleri, gittikçe artan maliyetler; ABD’yi savaş vekaletinin avantajlarını masaya yatırmaya
zorlamıştır. Tüm bu gelişmeler ışığında denklemin diğer önemli ayağında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Suriye yönetimi ve muhalifler arasında yeni bir müzakere turunun başlatılması için Türkiye ile ortak çalıştıklarını açıklamasının ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ankara’nın Suriye için yürüttüğü ‘barış diplomasisi’ hakkında kamuoyunu detaylı bilgilerle aydınlattı. Bu diplomasinin özellikle kuşatma altındaki Halep’ten sivillerin ve silahlı muhaliflerin kurtarılması konusunda kendisini gösterdiğini ifade eden Çavuşoğlu, tahliyelerin sorunsuz tamamlanması için BM, İslam İşbirliği Teşkilatı ve AB ülkelerini harekete geçirdiklerini söyledi. Rusya’nın yanı sıra ABD, Almanya, İran, Suudi Arabistan ve Katar’la yoğun diplomasi trafiği yürüten Ankara, İdlib’e geçmek isteyenlerin İdlib’e geçirilmesini, Türkiye sınırına yakın yere gelmek isteyenler için de bu noktalarda özel barınma olanakları yaratılmasını sağlamayı hedefliyor. Yani şimdi
hedef yürütülen bu vekalet savaşlarından masum halkı çekip çıkartmak. Halep’ten bugüne kadar 7 bin 500 kişinin tahliye edildiğini belirten Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, hasta ve yaralılar için Sağlık Bakanlığı’nın gerekli tüm önlemleri aldığını söyledi. Türkiye, AFAD ve Kızılay ekipleriyle hem Suriye içinde hem de sınır bölgelerinde sığınmacılar için gerekli hazırlıklarını yapıyor. Bakan Çavuşoğlu, “Halep’ten kurtardığımız kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız” diye konuştu. Ankara’nın sığınmacılara yardım konusunda en büyük desteği de Almanya’dan görmesi bekleniyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel sığınmacılara yardım konusunda 50 milyon avroluk bir destek taahhüdünde bulundu. Tabii bu destek Avrupa’ya olası bir göç dalgasının ayak seslerinin duyulduğu bu dönemde göz boyamadan başka bir şey değil. Türkiye ve Rusya işbirliği konusunda açıklama yapan Çavuşoğlu, “Bizim tüm arzumuz Suriye’de ateşkesin kalıcı olarak sağlanması
ve kuşatma altındaki herkesin özgür hale gelmesi” dedi. Çavuşoğlu, Ankara ve Moskova’nın nasıl ortak çalışacağını açıkladı: “Putin önerdi. Ateşkes sağlandıktan sonra rejim ile muhalefet temsilcilerinin bir üçüncü ülkede görüşmelerini sağlayalım. Bu öneri Cenevre görüşmelerine bir alternatif değil, Cenevre’ye ek olarak güven artırıcı bir önlem. Biz de böylesi bir görüşmenin yapılmasında mahsur görmüyoruz.” Ankara, 600 bine yakın kişinin ölümünden Esad’ı sorumlu tutuyor ve Esad rejimiyle doğrudan bir görüşme olasılık dahilinde görünmüyor. Ancak Ankara
kalıcı barış için muhalefetle, rejim temsilcilerinin bir araya gelmesinde sakınca görmüyor. Hatta, kalıcı barış için İran’ın da devrede olması gerektiğini açıkça anlatan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu,
“İran’ın Suriye’deki rejimi desteklediğini herkes biliyor, bu yüzden görüşmelerimiz çok yoğun geçiyor. Ama biz bu görüşmelerin yapıcı bir şekilde sonuçlanması için diplomatik girişimlerimizi daha da yoğunlaştıracağız. İran, Suriye’de barış için önemli bir aktör” diyor. Bu sözler, Suriye için kritik toplantılara işaret ediyor. 22 Aralık’ta İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısından sonra 27 Aralık’ta Türkiye, Rusya ve İran üçlü bir zirve ile Suriye konusunu ele alacak. “Biz sınır bütünlüğü korunmuş, herkesi kapsamış, kucaklamış bir Suriye istiyoruz. Sünni-Şii ayrımı yapmıyoruz” diyen Bakan Çavuşoğlu, bu mesajları özellikle İran’a yeniden hatırlattıklarının altını çiziyor. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin de ele alındığı görüşmede, ana gündem ise ekonomi idi. Zira son iki yılda yüzde 50’lere varan oranda eriyen karşılıklı ticaret hacminin yeniden artırılması hedefleniyor. Ziyaret öncesinde Türk Akımı anlaşmasını Meclis’te onaylayarak Rusya’ya jest yapan Türk tarafının öncelikli talebi ise Moskova’nın uçak krizi sonrasında uygulamaya soktuğu vize zorunluluğunun bir an önce kaldırılması. Ancak vize muafiyeti konusunda tarih vermekten kaçınan Rusya, Türkiye’den olası terör tehdidi nedeniyle vize uygulamasını bir müddet daha sürdürmekte kararlı. Bu arada geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Antalya’da düzenlenen Türkiye-Rusya Ortak Stratejik Planlama Grubu 5. Toplantısına katıldı. Bu toplantıda Lavrov ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Orta Asya ve Ortadoğu’dan Kıbrıs’a kadar bölgede başta enerji politikaları olmak üzere işbirliği fırsatlarını görüştüler. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Rus tarafından Türkiye’ye karşı uygulanan yaptırımların tamamının kaldırılmasını talep etti. Lavrov ile görüşme öncesi Rus basınına konuşan Çavuşoğlu, “Türk gıda ve tarım ürünlerinin ihracatının kısıtlanmasına yönelik şu anda yürürlükte olan tüm yasakların kaldırılması önemli. Aynı zamanda Türk şirketleri ve işletmecilerine getirilen sınırlamaların da kaldırılması gerekir” şeklinde değerlendirmede bulundu. Lavrov ise toplantı sonrasında düzenlenen basın toplantısında,”Yaptırımları kaldırma konusunda aşama aşama ilerliyoruz” sözleri ile tüm yaptırımların bir anda kalkmasının mümkün olmadığı mesajını verdi. Bu durum, Türk iş dünyası temsilcileri açısından işlerin hemen yoluna girmeyeceğinin de bir göstergesi. Gıda ihracatındaki sıkıntılar da adım adım aşılıyor. Rusya’da iş yapan Türk şirketler de eskiye göre daha sıkıntısız çalışıyor. Ancak yine de beklentilerden yavaş bir gelişme yaşanıyor. Hala uçak krizi öncesine dönebilmiş değiliz. Toplam ihracatın hala istenen düzeye ulaşmış değil. Türk vatandaşlarına uygulanan vize zorunluluğunun da iş dünyası açısından tam bir sorun. Aslında bırakalım vize muafiyetini, şu an işadamlarımızın Rus vizesi alması da sıkıntılı oluyor. Gümrüklerde hala sorunlar oluyor. Rus tarafının normalleşme için bir geçiş süreci öngörse de bazı adımlar da çok gecikmiş durumda. Öte yandan iki ülke arasındaki en önemli gündem maddelerinden biri de turizm. 3 Eylül’den beri Türkiye’ye charter uçuş yasağını kaldıran Rusya, yılın son çeyreğinde Türk turizmine olumlu katkı sunmuş oldu. Turizm piyasasında fiyatların 2015 seviyesinin de altında olacağı yönünde beklentiler var. 2017’de Rus turistlerin yeniden Türkiye’yi tercih edeceği de öngörüler arasında Rusya ile ilişkilerin giderek eski günlerine dönmesi ile birlikte Rus turistler tatil için Türkiye’ye gelmeye başlaması bekleniyor. Şu anda uçuşlar da sorunsuz devam ediyor. 2017 için ise Mart ayından itibaren rezervasyonlar açılacak. Dövizdeki artış da Türkiye’yi tercih edecekler için olumlu bir gelişme.