İkim ve iklim değişikliği konusu çeyrek yüzyıldır (1992’deki Rio de Janeiro’da yapılan Dünya Çevre Zirvesi’nden bu yana) zaman zaman oldukça yoğun bazen daha zayıf değinmelerle medyaya yer almakta, dünya kamuoyunda da yerine göre yoğun ya da daha az ilgi görmektedir. Şu kesindir ki bir çok kişi iklim ve iklim değişikliği konusunu “Rio Sözleşmesini” ülkemizde de duymuştur ancak gerçekten bundan neyin kast edildiği neden bu denli önem verildiği konusunda yeteri bilgi ve görüşe sahip insanlarımızın az olduğu ön yargısı yaygındır. Bu nedenle geriye doğru gelişmelere bakmak yararlı olacaktır. Rio’da gerçekleştirilen “Dünya Çevre Zirvesi’nde Çevre ve Gelişme Üzerine bir bildiri yayınlanmıştır ki bu aynı zamanda “Rio deklarasyonu” (Rio Bildirgesi) olarak bilinmektedir. Bu bildirgede dünya devletlerinin çevre kirliliği karşısında alacakları (almak zorunda oldukları) temel ilkeler yer almaktadır. 1997’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ki bu Kyoto sözleşmesi olarak da anılmaktadır. Bu sözleşme ülkelere sera gazı salınmasına sınırlama ve azaltmaya gidilmesi yükümlülükleri getirmiştir. 2001 yılında “Marakeş Uzlaşmaları” olarak bilinen salma ilişkin kurallar 2005 yılında 1. Taraflar Toplantısı’nda onaylanan ve yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne 2010 yılında (Türkiye dahil) 191 ülke ve Avrupa Birliği’nin taraftar olduğu görülmüştür. Neticede ancak 2016 yılının son ayında Paris’te İklim Değişikliği Anlaşması büyük coşkuyla kutlanmış ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki Moon “Bu imzaladığımız gelecek için yeni bir akit”tir demiştir. İlginçtir Kyoto Protokolüne katılmayan ABD Paris Sözleşmesine imzasını koymuştur. Sera gazı ve iklim neden ilişkilendiriliyor? Öncelikle sera gazı başlı başına tek bir gaz değildir. Sera gazı deyimi ile %36-70 oranında su buharı, %9-26 karbon dioksit, %4-9 metan ve %3-7 ile ozon ve oksijen-azot bileşenleri kast edilmektedir. Bu gazların bir kısmı insan faaliyetinden diğer kısmı ise zaten doğada üretilmektedir ve vardır. Dünyamıza ulaşan ve dünyamızı ısıtan enerji kaynağı güneş ışınlarıdır. Bunların bir kısmı doğrudan emilerek sıcaklık oluştururken önemli bir kısmı yansıyarak uzaya yönelir. Bunların uzaya kaçıp kurtulmasını işte bu sera gazı dediğimiz gazlar karışımı sağlamaktadır. Bu gazlar yerden yansıyan güneş ışınlarını dünyayı dıştan örten bir şemsiye gibi kapatmakta yani yeniden dünyaya geri yansımasını sağlamaktadır. Eğer sera gazı denilen gazlar üst tabaklarda çok birikir ve “şemsiyede” herhangi bir kaçağa olanak vermeyen delik(ler) boşluklar, zayıf kısımlar yoksa ya da azalırsa uzaya kaçabilen ışınların çoğu bu kez dünyaya geri dönecek ve dünyamızın sıcaklığının giderek artmasına neden olacaktır. İşte bu “küresel ısınma” olup yeryüzü sıcaklığının zaman süreçli artmasına ve büyük bir olasılıkla da dünya ekosisteminin dengesinin bozulmasına neden olabilecektir. Birleşmiş Milletler Çevre Raporu’na göre içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda, ortalama hava sıcaklığının 1.4°C ile 5.3 °C arasında artacağı bunun sonucu eriyen buzullar nedeniyle deniz ve okyanuslardaki su seviyesinin 8 ile 88 cm yükseleceği, yıllık ortalama yağışın azalacağı, kuraklığın birçok kesimde egemen olacağı ve uzun vadede dünya ekosisteminde geri dönüşümü olmayan değişikliklerin olacağı tahmin edilmektedir. Bu tehlikeyi gören ve benzeşim (simülasyon) modelleriyle kestirmelerde bulunan sağduyulu bilim dünyası insanlığı uyarmakta ve insanların ekosistemi sürdürülebilir korumaya almalarını önermektedirler. Buna karşın (ülke yönetici/yönlendiricilerin) yıkıcı hırs ve yok edici daha fazla mal getiri edinme (ki buna “sürdürülebilir kalkınma” ya da gelişme adı ile pazarlayanlardan başta ABD’nin para babalarının temsilcisi Trump karşı çıkmaktadır. Başkanlık seçimlerinde Trump, “önce Amerika” sloganıyla halkının karşısına çıkmış ve dünyanın (dünya ekosisteminin) geleceğini korumak için oluşturulan Paris İklim Anlaşması’ndan çekildiğini bildirmiştir. Bunun üzerine birçok ülke lideri ABD Başkanı’nı eleştiri yağmuruna tuttu. Yapılan eleştirilerden birini Federal Cumhuriyet Almanya Şansölyesi Angela Merkel, “Artık AB kendi yolunu seçer” şeklinde ortaya koymuştur. Trump’a tepkiler halen devam etmekte olup bunlardan bazıları şöyledir: ABD’nin eski başkanı Barack Obama: “Trump yönetimi geleceği reddeden bir avuç topluluğa katıldı. Amerika Birleşik Devletleri paketin ön tarafında olmalıdır. Ben eminim ki eyaletlerimiz, şehirlerimiz ve işletmelerimiz yükselecek ve gelecek kuşaklar için elimizdeki tek gezegenin korunmasına yardımcı olacaklar” şeklinde görüşünü belirtti. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron; İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni, Almanya Başbakanı (Şansölye) Angela Merkel’in ortak açıklaması: “Biz, Fransa, Almanya ve İtalya’nın hükümet ve devlet başkanları olarak, ABD’nin iklim değişikliğine ilişkin evrensel anlaşmadan çekilme kararını esefle karşılıyoruz. Paris Anlaşması, iklim değişikliğiyle etkin ve zamanında mücadele etmek ve 2030 sürdürülebilir kalkınma hedeflerini uygulamak için ülkelerimiz arasındaki iş birliğinde temel olmayı sürdürüyor” demişlerdir. Devamla; “Biz, Paris Anlaşması’nın katiyen yeniden müzakere edilemeyeceğine inanıyoruz. Çünkü bu anlaşma, gezegenimiz, toplumlarımız ve ekonomilerimiz için son derece hayati bir araçtır. Paris Anlaşması’nın uygulanabilirliğinin, ülkemizdeki refah ve büyüme için küresel ölçekte önemli ekonomik fırsatlar sunduğuna inanıyoruz” ifadelerini kullanmışlardır. Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz: “İklim anlaşmasından çekildiğiniz gibi iklim değişikliğinden de çekilemezsiniz Sayın Trump. Gerçeklik sizin geçiştirdiğiniz başka bir siyasetçi değil” demiştir. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Kanada Başbakanlık Ofisi: “ABD federal hükümetinin Paris anlaşmasından çekilmeye karar vermesinden dolayı derin bir hayal kırıklığı yaşamaktayız” denilmiştir. Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani: Trump’a tepki olarak Paris anlaşmasının bir “güven ve liderlik” konusu olduğundan bahisle ABD olsa da olmasa da sürecin devam edeceği ve “Dışarıda kalmayı tercih eden vatandaşlar, gezegen ve ekonomi için tarihi bir fırsatı kaçıracak” ifadelerini kullandı. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi eski İdari Sekreteri Christiana Figueres: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Paris Anlaşması’ndan çıkma kararı Kasım ayından bu yana bu konuda yapılan tüm spekülasyonları sonlandırdı ve artık tüm Tarafların, bugünden başlayarak 2020 yılına kadar müzakeresi yapılması gereken düzenleme üzerindeki çalışmalarını engelsiz bir şekilde devam etmelerini sağlıyor. Politikaların duraklattığın daha fazla piyasa güçleri tarafından harekete geçirilen reel ekonomi hem ABD’de hem de uluslararası alanda karbonsuzlaştırma trendine devam etmelidir ve edecektir. Ülkeler, şehirler, şirketler, yatırımcılar yıllardır bu yönde hareket etmekteler ve yenilenebilirlerin düşen fiyatlarına karşın fosil yakıtlardan kaynaklanan sağlık etkilerinin yüksek maliyetleri bu değişimin devam edeceğinin teminatıdır. Esasında, 2020’ye kadar emisyon grafiğini düşüşe geçirmek için iki misli çaba göstermemiz gereken tam da bu dört yıllık ABD yönetimi dönemidir.” dedi. Solar Power Europe Birliği CEO’su Dr. James Watson: Birliğe 400’den çok güneş enerjisi firması üyedir ve bunların görüşü olarak; “Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çıkması modern tarihte büyük bir ülkenin vermiş olduğu en sorumsuz kararlardan biridir” diyerek “ABD, anlaşmadan çıkmak yerine iklim değişikliğiyle mücadeleye öncülük etmek için harekete geçmeli. Dünyanın geri kalanı sakinliğini korumaya ve iklim değişikliğiyle mücadele etmeye devam ederken, ABD fosil yakıtlardan yenilenebilirlere geçen bir ekonominin mükafatlarını kaçırmakla yetinecek” denilmektedir. Prof. Maciej Nowicki (Eski Polonya Çevre Bakanı): “İklim Trump’a rağmen korunmalıdır. İklimi korumak uzun vadeli ve küresel bir süreçtir ve artık insanların hayatlarını 1,5 C derecenin üzerindeki ısınmadan korumak için hızlanmamız gerekmektedir. 2013 yılında kabul edilen Paris Anlaşması bu çalkantıları atlatacaktır. Dünyanın dört bir yanında çok sayıda ülke iklim eylemleri içinde yer almaktadır ve bu gezegenin başka çıkış yolu olmadığını bildikleri için anlamadan çıkma niyeti taşımamaktadırlar. Olumsuz etkilerini tam olarak hissedecekler kimdir? Uzun dönemde, bunu hissedecek olan ABD’nin kendisidir, ekonomik olarak ve siyaseten. Trump’ın diplomatik birbaşınalığı şimdiden görülüyor. Ancak ABD vatandaşları ve örneğin ABD’li düşük karbonlu teknoloji sektörü de ekonomik olarak zarar görecek. Polonya bundan ders almalı küresel iklim politikaları liderlerine yetişmek için iklim politikalarını geliştirmeli ve emisyonlarını azaltma çabalarını arttırmalıdır” demiştir. Bu denli tepkilere neden olan küresel ölçekte önem taşıyan Paris anlaşmasıyla yapılmak istenen sera hali hazırdaki sera gazı salınmasında büyük payı olan 10 ülkeden: Çin %20,1; A BD %17,9; AB 12,1; Rusya 7,5; Hindistan 4,1; Japonya 3,78; Brezilya 2,5; Kanada 2 ve daha az olmakla birlikte Güney Kore ve Meksika’nın salınan gaz miktarını diğer ülkelerle birlikte toplam % 70’ten daha aşağı çekmektir.
Paris anlaşmasının hedefleri şöyle sıralanabilir:
Gerçekten küresel ısınma sonucu dünya ekosisteminde oluşacak değişiklikler geri dönülmesi mümkün olmayan bir süreci başlatacak ve önemli yıkımlara yol açacaktır . Bu nedenle konu insanlığın (genel anlatımla nebatat ve hayvanatın) geleceğini ilgilendirmektedir ve kalıcı ve sürekli önlem ve izlemeyi gerektirmektedir. Sera gazı salınmasının en büyük suçlularının bundan kaçınması gibi saçma ve akıl almaz tutumları anlaşılır değildir. Türkeş, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 2000 yılında yayınladıkları makalede genel anlamda …”küresel ısınmanın sürmesi durumunda, bazı bölgeler için ekstrem yüksek sıcaklıklar, taşkınlar, yaygın ve şiddetli kuraklık olayları, onların doğal bir sonucu olan çalılık ve orman yangınları ile insan sağlığını ve ekolojik sistemlerin işlevselliğini de içeren bazı ciddi potansiyel değişiklikler oldukça yüksek bir güvenilirlik düzeyinde öngörülmektedir” demekte ve küresel iklim değişikliğinin Türkiye’ye olası etkilerini şöyle sıralamaktadırlar:
– Sıcak ve kurak süreçlere bağlı olarak, orman yangınlarının sıklığı ve etki alanı artabilir;
– Tarımda üretim bölgelere göre artma ya da azalma gösterebilir;
– İklim kuşakları ekvatordan kuzeye kayabilir. Türkiye Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika gibi daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisine girebilir.
– Tarımsal üretim asalaklar ve hastalıklardan zarar görecektir.
– Vadilere insan baskısı artacaktır
– Tatlısu kaynaklarına ihtiyaç artacaktır.
– Çölleşme, tuzlanma ve erozyonu artacaktır
– Kötü ve iyi hava koşullarının süresi değişebilir.
– Denizel kaynaklarda önemli değişiklikler beklenmelidir.
– Deniz suyu seviyesinin yükselmesi alçak delta ve kıyı ovalarını su altında bırakabilir.
– Kar ve buzla örtülü yüksek kesimlerdeki alanlar azalabilir. Aynı araştırmacılara göre (Türkeş, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G) izlenmesi gereken çevre dostu politikalar şunlar olmalıdır:
– Enerji verimli kullanılmalı ve tasarruf sağlanmalıdır.
Dünya ekosisteminde olabilecek gelişme ve değişmeleri (aslında küresel tehlikeyi) gören ve benzeşim (simülasyon) modelleriyle kestirmelerde bulunan sağduyulu bilim dünyası insanlığı uyarmakta ve insanların ekosistemi sürdürülebilir korumaya almalarını önermektedirler. Buna karşın (ülke yönetici/yönlendiricilerin) yıkıcı hırs ve yok edici daha fazla mal getiri edinme (ki buna “sürdürülebilir kalkınma” ya da gelişme adı ile pazarlayanlardan başta ABD’nin para babalarının temsilcisi Trump karşı çıkmaktadır. Görünen o ki ABD’de de insanlığı (özünde hayvanat ve nebatatı) gözetenler ile gözetmek istemeyenlerin çekişmesi bir süre daha devam edecektir. İklimsellik sorunu herkesi yukarıda öz olarak sıralandığı şekilde etkileyeceği için ulusların bu konuda birleşmeleri ve aynı yönde hareket etmeleri hayati bir meseledir.