Irak’ın işgali, devamında “Arap Baharı” ile süregelen, Ortadoğu’da ve sınırlarımıza yakın bölgelerdeki sorunlar, her geçen gün içinden çıkılmaz hale geldi, hala da sorunlar artarak devam ediyor. Başlangıçta ABD ve Avrupa’ya göre sorunların kaynağı olarak kabul edilen Saddam Hüseyin ve ona karşı da ABD ve koalisyon ortakları vardı. ABD’nin Irak’ı işgal edilmesiyle Saddam’ın devrilmesi bölgedeki sorunun kökten çözüleceğini iddia edip düşünürlerken, bu işin o kadar da kolay bitmeyeceğini çok geç anlamış oldular. Afganistan ve Irak’ta başlayan bu süreç bütün Ortadoğu’yu ve özellikle Müslüman halklara yıllarca zulümden ve sefaletten başka bir şey getirmedi ve bu sorunlar gitgide artıyor. Suriye’de devam eden savaşı, devlet olarak ABD, Rusya, İran ve Türkiye, rejim muhalifi birçok grup tarafından oluşturulan Özgür Suriye Ordusu, terör grupları olarak ise kanlı terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD ve YPG, başlangıcı ve kaynağı belli olmayan ve bölge halkının Batı tarafından kurdurulduğuna inandığı bir başka terörist grup olan DEAŞ, El Nusra ve benzeri nice terörist grup ve İran tarafından organize edildiği ve yönlendirildiği bilinen Suriye’deki devlet terörüne ortak olan sözde milis Şii gruplar olarak bir oluşum oldu. Türk devleti, dış politikasını barış üstüne inşa etmiş bir devlettir. Bu çerçevede, yıllarca güvenliğinin sınırlarında başladığını ifade eden bir politika izlemiştir. Ancak son yirmi yılda, özellikle güney sınırındaki devletlerin yönetim zafiyetleri nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin sınırları ve iç güvenliği, yeni ve artan sorunlarla karşı karşıya kaldı. Türkiye uzun süre, uluslararası örgütlerin vebölgeye müdahil büyük devletlerin, sorunun çözümüne katkısını arzuladı ve barışçı çözüm için diplomatik gayret gösterdi. Suriye sorunundaki çarpanların çeşitliliği ve meselenin, git gide içinden çıkılmaz bir hal alması, çözüme uzaktan katkıyı mümkün kılmamaktaydı. Suriye sorunu, Türkiye açısından sadece Suriye’nin iç sorunu değildir. Suriye rejimi önemli sayıdaki Suriyelinin can güvenliğini tehdit ediyor olmakla birlikte, bu sorun aynı zamanda mTürkiye’nin iç güvenliğini de doğrudan ilgilendiren bir hal almıştır. Suriye’de 4.5 ayı aşkın süredir yürütülen Fırat Kalkanı Harekatı’nın başlangıcından bugüne kadar; 1518’i ölü, 250’si yaralı ve 7’si sağ olarak yakalanan toplam DEAŞ mensubu 1775 terörist; 295’i ölü, 4’ü yaralı ve 11’i teslim olmak üzere toplam PKK/PYD mensubu 310 terörist etkisiz hale getirildi. Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında; sınır güvenliğini sağlamak, DEAŞ tehdit ve saldırılarını önlemek, yerinden edilmiş kimselerin yurtlarına dönüşüne katkı sağlamak ve sivilleri korumak, yaşanan terör olaylarından zarar görmesini engellemek
amacıyla devam eden harekâtta, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO’nun) yoğun ve kararlı mücadelesi sayesinde Azaz Cerablus arasında bulunan toplam 226 meskûn mahal ve 1.870 km²’lik alanın kontrol altına alındığı belirtildi. DEAŞ’ın bölgeden temizlenmesine yönelik harekât sürdürülürken; PKK / PYD terörist unsurlarının Afrin’den doğuya, Münbiç’ten batıya doğru olabilecek saldırılarını durdurmaya yönelik alınan tedbirlerin uygulanmasına da hassasiyetle devam edildiği belirtildi. Fırat Kalkanı Harekâtının başlangıcından bugüne kadar; 1518’i ölü, 250’si yaralı ve 7’si sağ olarak yakalanan toplam DEAŞ mensubu 1775 terörist; 295’i ölü, 4’ü yaralı ve 11’i teslim olmak üzere toplam PKK/PYD mensubu 310 terörist etkisiz hale getirildi. Türk Hava Kuvvetleri tarafından, 1141 hedefe 1233 bomba atıldı. Ayrıca tespit edilen 2845 EYP ve 43 Mayın imha edildi. Harekat, askeri hedeflerin en kısa sürede asgari zayiat verilerek elde edilmesine
olanak verecek şekilde yüksek bir moral ve motivasyon içerisinde sürdürüldüğü ifade edildi. DEAŞ terör örgütü tarafından sivillerin çeşitli yöntemlerle kalkan olarak kullanıldığı, bu kapsamda tespit edilen yöntemlerden biri de örgütün yerleşim yerlerinde evlerin üst katlarında sivilleri yaşamaya zorlaması, aynı binaların alt
katlarını ise silah deposu, komuta merkezi gibi amaçlarla kullanması olduğu belirtildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fırat Kalkanı ve Musul Harekâtı kapsamında koalisyonun gerektirdiği işbirliği ve koordinasyon esaslarını gözeterek destek faaliyetlerine devam ettiği ifade edildi. 9 Aralık 2016 tarihinde başlayan El Bab Harekatı’nda batıdan ve kuzeyden şehrin dış mahallelerine ulaşıldığı, El Bab’ın, ele geçirilmesine yönelik planlı harekâtın icrasına devam edildiği ve bu kapsamda; tecrit harekâtı sürdürülmekte, tespit edilen hedeflerin etkisiz hale getirildiği ifade edildi. El Bab’ın Önemi Suriye’de Rakka’dan sonra IŞİD’in elindeki en büyük yerleşim bölgesi olan El Bab, Türkiye sınırına yaklaşık 30 kilometre mesafede bulunuyor. Kasabanın nüfusunun önemli bir kısmını Sünni Araplar oluşturuyor. IŞİD, Kasım 2013’te El Bab’ın kontrolünü ele geçirdi. YPG’nin ana gövdesini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), kuzeydoğuda bulunan Menbic’i aldıktan sonra El Bab’a ilerlemeyi planladıklarını açıklamış ancak bu operasyon gerçekleşmemişti. Coğrafi konumu, El Bab’a çok kritik bir kavşak olarak stratejik önem kazandırıyor. El Bab; Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’den başlayarak, İdlib, Halep ve Menbic’ten geçerek Irak’a doğru uzanan M4 otobanının kuzeyden gelen en önemli yollardan biriyle kesişme noktasında yer alıyor. Bu nedenle, Cerablus ile birlikte burası, IŞİD’in başkent olarak ilan ettiği Rakka ve Deyr ez Zor’a giden ana yolun üzerinde bulunuyor. Bu hat, IŞİD’in yaklaşık 2,5 yıl boyunca kuzeyden militan getirdiği ana güzergah oldu.Türkiye, IŞİD’i sınırından uzaklaştırmanın yanı sıra Kürt grupların bu kritik kavşağı kontrol ederek Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmelerine engel olmak da istiyor. Haftalardır süren El Bab operasyonunda çatışmalar yoğunlaşmış durumda. Bunun nedeniyse TSK birlikleri ve isyancı güçlerin El Bab kasabasına dayanmış olması. BBC Arapça’dan Mustafa Hamo, “Şimdi sokak sokak çatışma evresi başlıyor” diyor. Dubai merkezli, Suriyeli muhaliflerin yayın organlarından Orient News TV’nin internet sitesi, El Bab içinden kendilerine konuşan yerel kaynakların, harekâtta yer alan muhaliflerin kentteki
stratejik Akil tepesini ele geçirdiğini söylediğini belirtti. Site, bu kaynakların, muhaliflerin böylelikle kasabanın tamamında kontrolü ele geçirmenin önünü açtığını, IŞİD’in de 2014’te kasabayı almadan önce bu tepelerin kontrolünü aldığını söylediğini aktardı. IŞİD El Bab’tan Geri Çekilir mi? IŞİD, Fırat Kalkanı Harekâtı’nın ilk
aşamasında Cerablus’ta çekilmeyi tercih etmişti. Harekâtın ilerleyen evrelerinde Dabık ve El Rai de yoğun çatışmalar yaşanmadan IŞİD’den alınmıştı. Ancak, IŞİD açısından El Bab, bu bölgelerden daha önemli. Londra merkezli, muhaliflere yakın Suriye İnsan Hakları İçin Gözlemevi’nin (SOHR) direktörü Rami Abdurrahman BBC Türkçe’ye, çatışmanın yoğunluğunun IŞİD’in tercihine bağlı olacağını söyledi. IŞİD eğer savaşmamaya karar verirse Rakka’ya doğru geri çekilir. Ama eğer savaşmak isterse bu yoğun bir savaş olacaktır. El Bab’ı Cerablus’taki gibi kontrol etmek kolay olmaz. IŞİD’e bağlı Amaq haber ajansı ve Al Bayan Radyo’yu takip eden, BBC İzleme Servisi’nden Laura Smith, örgütün yayınlarına bakarak bir sonraki savaş stratejisini bilmenin şu an için imkânsız olduğunu, buna dair bir emarenin olmadığını söylüyor. Cerablus’a yönelik kara operasyonu başladığında siviller büyük oranda kasabadan tahliye edilmişti. Ancak El Bab’da şu anda on binlerce sivilin bulunduğu düşünülüyor. TSK tarafından yapılan açıklamada “Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) yönelik operasyonlarda 67 hedefin TSK’ya ait uçaklarca vurularak imha edildiği,
138 IŞİD militanının da çatışmalarda etkisiz hale getirildiği” belirtildi.BBC İzleme Servisi’nden Laura Smith, El Bab operasyonu sırasında IŞİD’in askeri operasyonlarla ilgili açıklamalar yapmakla birlikte bunun yanında, Türk uçaklarının neden olduğu sivil ölümleri iddialarıyla ilgili de sık sık açıklama yaptığını belirtiyor.
Smith, “IŞİD, iddia ettiği yıkımı gösteren kısa haberler, görüntüler ve kısa videolar yayımlıyor” diyor. Suriye resmi haber ajansı SANA ise TSK’nın hava saldırılarında yedi sivilin öldüğünü öne sürdü. Gelinen noktada, 2016’nın son gününde Suriye’de ateşkes imzalandı. ABD bu sürece dâhil edilmedi. Bu ateşkesin garantörleri olarak Rusya ve Türkiye kabul edildi. Rusya rejim yanlıları, Türkiye ise muhalifler nezdinde ateşkesin devamını garanti ettiler. Suriye ateşkesi ve bu süreç, bölgedeki işbirliği dengelerini de değiştirdi. Türkiye’nin müttefiki ABD’nin, Türkiye’nin menfaati aleyhine bölgedeki terör örgütlerine doğrudan desteği, bölgedeki işbirliği mekanizmalarının değişimini fitilleyen ana amil oldu. Türkiye bu süreç özelinde dış politika menfaatlerinin ve diplomatik başarıların her zaman ittifak ve dostluk zemininde ilerlemediğini acı sonuçlarla
da olsa görüyor. Öte yandan tüm dünyaya, silahlı kuvvetlerinin ve diplomasisinin her zaman hesaba katılması gerektiğini de göstermiş oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın sayılı silahlı güçlerinden biri olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Türk diplomasisi ile paralel olarak sağladığı başarı sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin iradesinin etkin bir şekilde kabulüne zemin hazırladı. Suriye’de sınırlı bir mücadele gibi başlayan çatışmalar, küresel güç mücadelesinin bir unsuru olarak karşımıza çıkmıştır. Bu mücadelede Türkiye, gerektiği zaman, menfaatlerine halel getirmemek için gücünü etkili bir şekilde kullanabileceğini tüm dünyaya göstermiştir. Fırat Kalkanı Harekâtı’nın emperyalist amaçları olmayan bir devletin, güvenlik ve insani kaygılarla neler yapabileceğinin ve bu amaç vücut bulana kadar devam ettireceğinin
farkına varmış durumdadır. Bu başarı, 15 Temmuz ihanetinden yara alarak kurtulan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk diplomasisinin eseridir. Türkiye Suriye’de Batılı müttefiklerinin ummadığı ve arzu etmediği rolleri üstlendi. Çözüm sürecinde devre dışı kalan ve Türkiye’nin Rusya ile işbirliğinden rahatsız olan, başta ABD olmak üzere Batı’nın, Türkiye’ye karşı örtülü veya açıktan birçok şeyi deneyeceği ve tarihten beri süregelen oyunlarından vazgeçmeyeceği her daim akıllarda bulundurulmalıdır.