Anasayfa » Gündem » TÜRKİYE, ABD, RUSYA GENELKURMAY BAŞKANLARI ANKARA’NIN SURİYE PLANINI GÖRÜŞTÜ

TÜRKİYE, ABD, RUSYA GENELKURMAY BAŞKANLARI ANKARA’NIN SURİYE PLANINI GÖRÜŞTÜ

Türkiye, ABD ve Rusya genelkurmay başkanlarının 7-8 Mart günleri Antalya’da buluşup Suriye ve Irak konularını görüşmeleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın daveti ile mümkün olmuştu. Ne ABD, ne de Rusya’nın toplantı talebi yoktu; çünkü burada tezini kabul ettirmek isteyen taraf Türkiye idi. Bununla birlikte ABD yönetimi Suriye üzerine Rusya ile bu düzeyde bir toplantı yapma yanlısı değildi, ama Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford, Akar ile özel arkadaşlığının da etkisiyle çağrıyı geri çevirmemişti. Keza Rusya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valery Gerasimov da iki NATO üyesinden birisinin adeta rakip, diğerinin de adeta arabulucu rolü üstlendiği bu toplantıya asıl katılma nedeni, Akar’ı kırmamak dışında, Türkiye’nin Rakka planını resmi ağızdan dinlemekti. Bir NATO üyesi ülke elindeki Rakka planını, en önemli askeri müttefiki olan bir başka NATO üyesi ülkeye yani ABD’yle her ikisinin de ortak rakibi olan bir başka ülkenin huzurunda resmen duyuracaktı. Türkiye’nin planı aslında günlerdir parça parça basına sızdırılmıştı, planın ana hatları şu şekilde sıralanabilir: ABD kendi desteğiyle kurulan ve aslında YPG varlığını ön plandan kaldırma işlevi olan Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) dağıtacak, SDG’nin asli unsuru olan YPG’ye desteği kesip dışlayacak, SDG içindeki Arap gruplarla Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birleştirilecek, bunlar yeniden eğitime alınacak ve Türkiye ve ABD’nin askeri desteğiyle Rakka’yı kurtaracak. Tamamen Arap nüfustan oluşan Rakka’da bir “ılımlı muhalif” yönetim kurulacak, bu yönetim daha sonra “Yeni Suriye’ye” devredilecekti. Tabii bir de Münbiç ve çevresi tamamen YPG’lilerden boşaltılacaktı. Oysa 2 Mart’ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’ye sert çıkıp Türk ordusunun Münbiç’e yürüyeceği ve YPG’li görürse vuracağını söylemesine yanıt ertesi gün Rusya’dan gelmişti. Başında Gerasimov’un bulunduğu Rus Genelkurmayı Mart’ta Münbiç ve çevresindeki YPG’lilerin yerlerini Suriye rejim güçlerine bırakarak çekileceğini açıklamıştı. Yani önce muhaliflere devredip sonra pazarlıkla yeni yönetime aktarma planını kendince bozmuş oluyordu. Ertesi gün de, tıpkı daha önce Amerikan özel kuvvetlerinin YPG armalarıyla poz vermeleri gibi Rus özel kuvvetlerinin de SDG armalarıyla çekilmiş fotoğrafları medyada boy boy yer aldı. Adeta bir meydan okuma gibiydi. Yani ABD Münbiç’in Kuzey ve Doğusundan, Rusya Güney ve Batısından YPG’yi Türkiye’ye karşı korumaya almışlardı. Akar ise hem ABD hem Rusya’dan şimdiye kadar olan bütün hazırlıklarını bir kenara atıp Ankara’nın planını benimsemelerini bekliyordu. 10 Mart’ta, yani Antalya toplantısından iki gün sonra varlığını Rusya’nın desteğine borçlu olan Suriye’deki Beşar Esad rejimi Türkiye’yi Birleşmiş Milletlere şikayet etti ve topraklarından çıkmasını istedi. Üstelik tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan 9-10 Mart’ta Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’le Moskova’da bir dizi anlaşma imzaladığı sırada. Aynı gün olanlar hepimizin malumu. ABD’den jet hızıyla iki açıklama geldi. Birincisi ABD Dışişleri, YPG ile devam edeceklerini ve YPG’yi PKK gibi bir terör örgütü görmediklerini söyledi, yani yeni yönetimde de aynı tas aynı hamam durumu devam etti. ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM ise Suriye’ye 400 kişilik bir topçu birliği sevk ettiğini açıkladı; bu ABD’nin Suriye harekâtına sevk ettiği ilk parti ağır silah oldu. Özetle, Antalya toplantısı ne ABD, ne de Rusya’yı Suriye’de DEAŞ’a karşı savaşta YPG’yi bir kenara atıp, Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerle devam etmeye ikna etmiş görünmüyor. Peki, bugüne de Antalya toplantısında Türkiye’nin önerisi üzerine ABD, ya da Rusya’dan bir yanıt geldi mi? Resmi kaynakların görüşüne göre “Hayır, gelmedi.” Diplomatik çevrelerden edinilen izlenimlere göre henüz netleşmemiş olsa da Ankara’nın hazırladığının dışındaki Rakka senaryolarında Türkiye’ye maalesef yer verilmiyor. Yani Türkiye’ye kibarca bu işe “burnunuzu sokmayın” deniliyor. Bu senaryolar daha çok ABD ve Rusya’nın birbirine karşı ve Esad rejimine göre konumları belirlenecek gibi duruyor. Senaryoların hiç birinde Rakka’nın YPG’ye emanet edileceğine dair bir işaret de yok. YPG’nin rolü daha çok şehrin kuşatılmasında DEAŞ’la doğrudan çatışmak şeklinde öngörülmüş. ABD, Türkiye’nin tepkilerine rağmen terör örgütü PKK/PYD’yi desteklemeye devam edeceğini açıkladı. Dışişleri Sözcüsü Toner tarafından yapılan açıklamada, “PKK ile PYD arasındaki bağlantıyı kabul etmiyoruz” denildi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Vekili Mark Toner, ABD’nin terör örgütü YPG’yi desteklemeyi sürdüreceğini söyledi. Toner, terör örgütü PKK ile PYD/YPG arasında bağlantı olduğu görüşüne ‘saygıyla’ karşı olduklarını savundu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Vekili Toner, başkent Washington’da düzenlediği günlük basın toplantısında, Suriye’deki gelişmelere ilişkin soruları yanıtladı. Mark Toner, bir soru üzerine Türkiye, Rusya ve ABD Genelkurmay başkanlarının Antalya’da yaptıkları görüşmede, daha etkin bir operasyon için yeni olanak ve olasılıkları değerlendirdiklerini belirterek, “Görüşmede DEAŞ’a karşı daha geniş bir savaş kapsamında Münbiç’teki durum da görüşüldü. Ayrıca PKK, El Kaide, El Nusra Cephesi de dahil olmak üzere bölgedeki terör örgütleri ele alındı” dedi. Toner, ABD’nin terör örgütü PYD/YPG’ye destek vermeyi sürdüreceğini söyledi. Türkiye’nin terör örgütü PKK/PYD ilişkisine dair ortaya koyduğu kanıtlara rağmen iki terör örgütünün birbiriyle ilişkisini reddetmeye devam eden Toner, “Biz açıkçası YPG ile ilgili Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz. Ancak PKK ile YPG arasında bağlantı olduğu görüşüne saygıyla karşı çıkıyoruz” dedi. Suriye Savaşı altı yılı geride bırakırken çözüm henüz ufukta görünmüyor. Ülkede pek çok cephede çatışmalar sürüyor. Dera’a, Palmira, İdlib, Şam, Humus gibi pek çok noktada hızı kesilse de savaş devam ediyor. Ancak bunlardan mevcut diplomatik dengeleri sarsma potansiyeline sahip iki çatışma ve anlaşmazlık noktası var: DEAŞ’ın elindeki Rakka ve muhaliflerle bazı El Kaide bağlantılı grupların güç mücadelesinde olduğu İdlib. Türkiye sınırına yakın, PYD’nin yerleştiği Munbiç, küresel güçlerin “Rakka operasyonu” ana başlığındaki bir ayrıntı olarak dursa da Türkiye için asıl mesele gibi görünüyor. Güneyinde bir terör kuşağı istemeyen, bunun için risk alan, zorlu bir askeri harekata girişerek El Bab’a kadar inen ve DEAŞ’ı geriletmeyi başaran Türkiye Munbiç’in de kendisine tehdit oluşturacak yapılardan temizlenmesini istiyor. Türkiye Munbiç’i zorlayacak mı? Rusya ve ABD’nin tutumu ne olacak? Böyle bir hamlenin sonuçları ne olabilir? Türkiye dış politikasında bu sorulara kilitlenmiş durumda. 24 Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekatı’nın öncelikli hedefiydi Munbiç. Aynı gün Türkiye’ye gelen sabık ABD Başkan yardımcısı Joe Biden’ın “PYD Fırat’ın doğusuna çekilecek” sözüne bel bağlayarak TSK ve ÖSO Batı’ya döndü, harekatı El Bab’a yöneltti ve Munbiç’i beklemeye başladı. Aradan geçen aylar içerisinde kentteki PYD unsurları isim ve logo değişiklikleriyle varlıklarını sürdürdü. Sonunda ABD’nin Münbiç için verdiği söze son noktayı Cumhurbaşkanı Erdoğan koydu “Obama bizi Aldattı.” Türkiye’nin Bab’da “bataklığa saplanacağı” beklentileri 23 Şubat’ta kentin DEAŞ’tan tamamen temizlenmesiyle son buldu. Bab gerçekten zorlu bir harekattı ve DEAŞ’ın bugüne dek Suriye’de gösterdiği en şiddetli direnişlerden birine sahne oldu. Türk ordusunun ve ÖSO’nun bunun altından kalkabilmesi PYD’yi ve destekçilerini telaşlandırdı. Suriye’de derin görüş ayrılıklarına sahip ABD, Rusya, Suriye ve PYD ortak bir tavır alarak Munbiç’in önüne set çektiler, Türkiye’nin ilerleyişini durdular. Munbiç şimdi sırtını Fırat’a vermiş durumda. El Bab-Munbiç arasındaki Arime civarındaki taciz atışları bir kenara bırakılırsa cephe şu an için sabitlenmiş görünüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO Munbiç kent merkezine yaklaşık 26 kilometre mesafedeler. Kuzeyde ABD’nin desteklediği PYD alanı Irak sınırından Fırat nehrine kadar uzanıyor. Bir de ülkenin orta kesimini elinde tutan DEAŞ var. 9 Ağustos’taki Türk Rus mutabakatının 10 Aralık’ta İran’ın da katılımıyla Moskova Deklarasyonu ile imza altına alınmasıyla birlikte cephedeki hatlar bu şekilde netleşmiş durumda. Sahadaki bu durum tarafları Astana ve Cenevre’de bir araya getirmeye yetse de buradan kesin bir sonuç çıkaracak duruma getiremedi. Suriye’de sürecin ateşkesten barışa dönüşebilmesi için Rakka operasyonunun ne zaman, nasıl ve kimler tarafından yapılacağının belirlenmesi gerekiyor. Bu kararın önemine Amerikan Kongresi’nde Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’in ifade verdiği toplantıda sorular soran, generali terleten Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın işaret ettiğini hatırlatmakta fayda var. Graham 9 Mart’taki oturumda Votel’e “Rakka’nın nasıl alındığı Cenevre’nin sonucunu belirleyecektir diyebilir miyiz?” diye sorunca Suriye’deki ABD-PYD ortak operasyonunun beyni Votel “evet” diye yanıtlıyordu. Rusya, rejim ile Rakka’ya girerse masada eli güçlü olacak. Sahadaki hakimiyetini arttırmış Baas rejimi, fiziken gücünü yitirse de siyaseten muzaffer tavırla masada tavizden kaçınacak. Muhalefet ceplere sıkıştırılmış olacak. Benzer şekilde ABD’nin PYD üzerinden Rakka operasyonuna destek vermesi, muhalefeti bu işin dışında tutması Suriye muhalefetini köşeye sıkıştıracak. Rakka’ya ABD destekli unsurların girmesi CENTCOM’un (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) burada kalıcı olarak ayak basacağı bir üs kurması, burayı güçlendirmesi ve PYD’nin yerini hem Türkiye hem de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne karşı kullanabileceği koz olarak tahkim etmesini sağlayacak. Ama diğer taraftan bu adımın NATO’daki önemli ortağı Türkiye ile ilişkilerinde onulmaz yaralar açacağını da belirtmek gerekiyor. Trump yönetiminin Suriye stratejisi ve Rakka konusunda karar vermesini bu kadar geciktiren de bu ikilem. Yeni Başkanın duruma  tam hakim olamaması, dış politikayı ve Ortadoğu’yu neredeyse bütünüyle askerlerin eline bırakması ciddi bir eksiklik. PYD üzerinden Rakka’ya girilmesi, Munbiç’in PYD’ye terk edilmesi gibi adımlar bölgede zaten derin kökleri bulunan Kürt-Arap ve Türk-PYD çatışmasını top yekun bir savaşa da dönüştürebilir. Bu fay hattı üzerinde gelişebilecek bir düşmanlık Erbil-Bağdat gerilimini de tetikleyebilir. Nüfusu Sünni Arap ağırlıklı olan Rakka’nın Sol ideolojili PYD’ye bırakılması, hatta bu ideolojisini bile bile ABD tarafından desteklenmesi burada yaşanabilecek savaş suçları ve kötü muamele on yıllar sürecek yeni bir etnik savaşın fitilini ateşleyebilir.