Ülkelerin-Ulusların ilişkileri tarihi süreçte ve o günkü gelişmeler çerçevesinde, o günkü güncel gelişmeler bağlamında doğaldır ki inişli çıkışlı bir yol izler. Osmanlı, Hollanda ve Alman İmparatorluklarından bu yana Türk-Alman (Germen) ve Hollanda ilişkileri şüphesiz benzer şekilde inişli çıkışlı bir yolda günümüze ulaşmıştır. Ülkeler arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerde çok önemli adımlar atılmıştır. Buna rağmen hem geçmişte hem de günümüzde dönem dönem iniş ve çıkışlar yaşanmış ve yaşanmaya devam etse de Türkiye-Almanya-Hollanda arasında genel anlamda iyi hatta çok iyi ilişkiler öne çıkmakta ve belirleyici olmaktadır. Bu anlayışla geçmişten günümüze önce Osmanlı ve Alman İmparatorlukları, günümüzde Türkiye-Federal Almanya, sonra Hollanda-Türkiye ve daha sonra da Hollanda-Almanya ilişkilerindeki gelişmeler zamandizinli (kronolojik) ve öz olarak verilecek olursa;
Birinci Dünya Savaşı: Almanya İmparatorluğu’nun ısrar ve yönlendirmesi sonucu Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya yanında yer aldı. Almanya’nın savaşta yenilmesi Osmanlı Devletinin İtilaf (müttefik=birleşmiş) Devletleri ile Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrası: Emperyal işgalci güçler tarafından parçalanan ve parça parça el konulan Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra sömürgeci emperyal güçlere karşı verilen Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye- Almanya arasında anlaşmalar imzalanmıştır.
i. 1924’te dostluk,
ii. 1929’da konsolosluk,
iii. 1930’da ticaret gibi anmaya değer anlaşmalar yapılmıştır
– İkinci Dünya Savaşı öncesi: Yahudilere yapılan baskılar sonucu daha emin bir yer bulmak için Nazi Faşizminden kaçmaya başlayan Yahudilere genç Türkiye Cumhuriyeti kucak açmıştır. Savaş sonrasında 1949’da kurulan ve ekonomisi hızla gelişen Almanya ile 1960’lı yıllarda yapılan işgücü anlaşması çerçevesinde çok sayıda Türk vatandaşı “yabancı işçi” Almaların kullandığı nezaket deyimiyle “misafir işçi-Gastarbeiter” bu ülkeye önce geçici zamanla kalıcı olarak yerleşmiştir. Almanya’da günümüzde 3 milyondan fazla Türk uyruklu bulunmakta ve Almanya ekonomisine önemli katkılar yapmaktadırlar. Tüm bunlar ve turizm dâhil, Türkiye-Almanya arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 37 milyon avrodur. Suriye krizi ile birlikte oluşan mülteci ya da sığınmacı sorunu Avrupa Birliği ve Almanya-Türkiye arasında ilişkilerin giderek gerilmesine yol açmıştır. Bu bağlamda Şansölye Angela Merkel Türkiye’yi birçok kez ziyaret etmiştir. İki ülke arasında gerilime yol açan birçok sorun (örneğin Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen “Ermeni olaylarının Soykırım olarak Tanınması”; FETÖ olayları ile birlikte söz konusu olan FETÖ’cü kaçakların Türkiye’ye iadesi, FETÖ’cülerin tutuklanmaları, PKK, PYD, YPG gibi terör örgütleri vb sorunlar görüşülmüş olmasına rağmen henüz çözüme ulaşılamamış hatta gerilim son gelişmelerle birlikte Türk bakanların Almanya’da konuşma yapacakları etkinliklerin iptal edilmesinin ardından giderek artmıştır.
Son dönemdeki Türkiye-Almanya ilişkilerini ve öne çıkan konuları görüşme bağlamında Şansölye Merkel’in Ankara’ya yaptığı zamandizinli (kronolojik) ziyaretleri ve gerginlik odakları:
6 Ekim 2006: İstanbul’da düzenlenen Türk-Alman Ekonomik Forumu’nda konuşma ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşme.
29-30 Mart 2010: Almanya’daki Türkiye kökenli “misafir işçilerin” uyumu, AB ilişkileri, İran ve Ortadoğu’daki gelişmeler.
24-25 Şubat 2013: Terörle mücadele, tekraren AB süreciyle ilgili sorunlar, Suriye ve Kahramanmaraş’ta Patriot hava savunma sisteminin kullanımı.
18 Ekim 2015: Suriyeli sığınmacılar ve mali yardım, AB içerisinde vize kolaylığı.
15-16 Kasım 2015: Antalya’da düzenlenen G20 Zirvesi olanağı çerçevesinde uluslararası terörle mücadele.
Gerginlik Odakları
8 Şubat 2016: Türkiye ve Avrupa Birliği arasında imzalanması düşünülen mülteci anlaşması.
31 Mart 2016: Alman komedyen Jan Böhmermann’ın Erdoğan hakkındaki şiirinin ZDF televizyonda okunması ve Türkiye’nin diplomatik notası.
23 Nisan 2016: AB Konseyi Başkanı Donald Tusk; Frans Timmermans (AB Komisyonu Başkan Yardımcısı) ve Başbakan Davutoğlu birlikte Gaziantep’teki sığınmacı kampı ziyareti ve yeniden mülteciler sorunu.
22-23 Mayıs 2016: Birleşmiş Milletler Dünya İnsani Yardım Zirvesi olanağını kullanarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile önemli ve güncel konu olan Türkiye – Avrupa Birliği arasındaki mülteci anlaşması.
2 Haziran 2016: Yeşiller Partisi Eş Başbakanı Cem Özdemir’in 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını içeren karar tasarısının Alman Parlamentosu’nda kabulü.
15 Temmuz 2016- Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) sonrası Almanya siyasetçilerin yetersiz tepki göstermesi, duyarsız kalması.
31 Temmuz 2016: Köln’deki “Darbeye karşı Demokrasi Mitingi’nde” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telekonferans yoluyla vatandaşlara seslenmesinin engellenmesi.
21 Ekim 2016: Almanya’nın 35 diplomatik pasaportlu FETÖ’cü Türk vatandaşının iltica talebi hakkında açıklama yapmaması ve iadesinden kaçınması.
7 Mart 2017: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hamburg’ta konuşma yapacağı toplantı salonu kapatılınca konuşmasını Türkiye’nin Hamburg Konsolosluğu balkonundan yapması. Türkiye’nin tepkisi gecikmemiştir.
Bunların ötesinde öne çıkan diğer sorun odaklı konular şunlardır: Türkiye İncirlik-Adana’da üslenen Tornado uçaklarının Suriye ve Irak keşiflerinde elde edilen görüntülerin tamamına doğrudan ulaşmak istemektedir. Almanya keşif uçaklarının elde ettiği bu görüntülerin Türkiye tarafından IŞİD karşıtı operasyonlar haricinde Kürtlere yönelik askeri operasyonlarda kullanılmasını önlemek amacını güttüğü, yürüttüğü genel politikadan anlaşılmaktadır. Bunun nasıl bir NATO dayanışması olduğunu Türkiye kesinlikle sorgulamalı ve gerekli önlemleri almalıdır. Türkiye’nin haklı davasında madem görüntüler sansürleniyor o zaman Alman uçaklarının İncirlikte ne işi var? Türkiye kesin hükümlü kararları almada geciktikçe muhatap taraf kendince yaptırım aşamasına geçme cüretini gösterebilmektedir. Alman uçakları İncirlik’te derhal tahliye edilmelidir. Laf değil eylem geçerli akçedir. Ege Adaları konusunu ağzına hiç almayan Şansölye Merkel, İslami terörden söz edebiliyorsa bu konuda üzüntü belirtmenin ötesinde Ege Adalarını işgal eden Yunanistan konusunda kararlı bir tutumla Şansölye Merkel ve onun düşüncesindekiler uyarılmalıdır. Almanya’da son dönemde Türkiye’ye yönelik bir dış politika değişimi söz konusudur. Bu değişim bir taraftan Türkiye’nin attığı yanlış politik adımların yanında attığı olumlu adımlarını ve politikasını dış dünyaya (Almanya’ya) ve gündemde söz sahibi olan entelektüeller ile yazılı ve görsel medyaya anlatamamasıdır. Almanya’da Gerhard Schröder- Joseph “Joschka” Fischer ile o zaman Türkiye’deki Bülent Ecevit-Mesut Yılmaz-Devlet Bahçeli koalisyonları ile başlamış olan AB’ye tam üyelik reform rüzgârı sönmüş, Şansölye Angela Merkel ile birlikte Türkiye-AB ilişkilerinde bunun yerini imtiyazlı ortaklık almıştır. Başlangıçta Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öven Avrupa politikacıları ve etkili basın yayın organları tersi bir davranışa geçmişlerdir. Bunda 15 Temmuz sürecine götüren gelişmeler, Eylül 2010’daki anayasa değişikliği referandumu, Arap Baharı, Eşbaşkanlık ve Gezi olaylarıyla demokrasi kuşkuları etkili olmuş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a medyada “diktatör” ve “sultan” yakıştırmaları almış başını gitmiştir. Son dönemde gazeteci ve politikacıların tutuklanmasını Avrupa bunlara ekleyerek olumsuz yaklaşımını pekiştirme yönünde ilerlemektedir. Zaten Türkiye’ye bir bedevi ülkesi gibi bakma geçmişi olan Avrupa giderek gerginliği tırmandıracak eğilimi benimsemiş görünmektedir. Sığınmacılar bağlamında AB-Almanya ve Türkiye arasında Yapılan Vize Serbestisi Anlaşması gerçekleştirilmemiş, Türkiye’nin önlem alması halinde gerginliğe yol açan ülke olarak ilan edilmesi kapısını Avrupa bilerek aralamıştır. Bu yolla yeni ödünler devşireceğinin umulduğuna kesin gözüyle bakılmalıdır. Bu ve benzeri iki-yüzlü oyun ve davranışa Türkiye’nin kesin tavırla cevap vermesi kaçınılmaz görünmektedir ve yapmalıdır da. Bunların yanında özellikle Almanya’nın dolaylı ve dolaysız destek verdiği teröristlerden oluşan özellikle PKK’nın terör örgütü listesinden çıkartılma yaklaşımları ile PYD, YPG’ye yaklaşımı Türkiye kamuoyunda kuşku ve güvensizliğin ön plana çıkmasına yol açmıştır. Çünkü Türkiye kamuoyu bunun ucunun bölünmeye gideceğini görmektedir. 15 Temmuz bağlamında suskun kalan Avrupa ve Almanya kamuoyu ve politikacıları kırgınlık ve küskünlüğü daha da artırmış ve toplumların kutuplaşması artmıştır. Türk bakanların ve yetkililerin Almanya’da etkinliklere (miting ve gösterilere katılması, konuşma yapması) Alman yasalarına göre olanaklı ise de bazı eyaletlerde çeşitli bahanelerle etkinliklerin iptal edilmesi Ankara-Berlin ilişkilerini daha da germiş ve geçmişe dönük yergileri gündeme taşımıştır.
Türkiye-Hollanda İlişkileri
1612- Türkiye’nin Hollanda ile ilişkileri 1612 yılına (Osmanlı Sultanı I. Ahmet’e) kadar uzanmakta olup 2012 yılında iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlanmıştır. Hollanda Osmanlı-Rus ve Osmanlı- Avusturya savaşları sonrası İngiltere ile birlikte arabuluculuk rolü üstlenmiştir.
1859- Osmanlı İmparatorluğu’nun Lahey Elçisi olarak atanan ilk daimi temsilcisinin atanması.
1924- Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra Hollanda ile yapılan ilk anlaşma 1924’teki Dostluk Anlaşmasıdır. 1930- Çok uluslu Hollanda şirketi Philips, Türk Philips Ltd. olarak Türkiye’de çalışmalarını başlatmıştır.
1934- Atatürk ve Kraliçe Wilhelmina’nın imzaladıkları Türk- Hollanda Derneği kurulmuştur.
1949- Ticaret ve Ödeme Anlaşması
1985- Ekonomik ve Teknik İşbirliği Ortak Komisyonu (KEK) Kurulmasına İlişkin Mektup.
1986- Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması ve Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşmaları.
1995- Hayvan Sağlığı Alanında İşbirliği Yapılmasına İlişkin Veterinerlik.
1996- AB ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanmasıyla diğer AB ülkeleriyle olduğu gibi, Türkiye
– Hollanda arasında da sanayi ürünleri ticaretinde gümrük vergileri kaldırılmıştır.
2000- Tarım ve Kırsal Politikalar Alanında İşbirliği Mutabakatı ile Enerji Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı.
2003- Uluslararası Karayolu Taşıma Anlaşması.
2005- Gümrükler Alanında İdari Yardım Anlaşması.
2008- İki ülke arasında “Türkiye- Hollanda İlişkilerinin Güçlendirilmesi Muhtırası” imzalanmıştır. Bu çerçevede bir de Türkiye – Hollanda Konferansı Kurulmasında mutabık kalınmıştır.
2012- Karşılıklı ziyaretler. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Hollanda’yı, Hollanda Kraliçesi Beatrix yine 2012’de Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 2012- Hollanda Başbakanı Mark Rutte Türkiye ziyareti. Başlangıçta Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öven Avrupa politikacıları ve etkin basın yayın organları ters bir davranış sergilemişlerdir.
2013- Başbakan Erdoğan’ın Hollanda ziyareti. Aynı yılın sonuna doğru Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin Adana’da konuşlandırılmış olan Hollanda Patriot birliğini ziyareti.
2015- Hollanda Dışişleri Bakanı Koenders, Türkiye Dışişleri Bakanlığının davetine uyarak Türkiye’ye gelmiş ve ayrıca Başbakan ile görüşmüştür. Günümüzde Genel Ekonomik İlişkiler Türkiye’de yatırım yapan ilkler arsında Hollanda birinci sırada yer almaktadır. 2013’te ihracatımız 3,3’ten, 2016’da 3,6 milyon dolara ulaşmıştır. Toplam ticaret hacmi ise yaklaşık 7 milyon dolar olup bunun 15 milyon doların üstüne çıkartılması hedeflenmiştir. Hollanda 2002-2014 yılları arasında Türkiye’de yaklaşık 20 milyar Dolar’lık yatırım yapmış, buna karşın Türkiye’nin Hollanda’daki yatırımlarının toplamı yaklaşık 8 milyar dolar olmuştur. Türk girişimciler Hollanda’da yaklaşık 7 milyar dolarlık yatırımlarıyla 50 kişiye istihdam sağlamışlardır. Hollanda’da bulunan 455 bin vatandaşımızdan 313,400’ü çifte vatandaştır. Hollanda genelinde Türk kökenliler daha çok Demokrat Parti’de, Yeşil-Sol ve Sosyalist Parti’de siyaset yaptıkları bilinmektedir.
Almanya – Hollanda ilişkileri – Özet
Almanya-Hollanda ilişkileri birçok yönden benzer komşuların bir arada yaşamalarının tarihsel, ekonomik, politik ve kültürel dökümüdür.
* 1648: Kuzey Hollanda’nın 1568’den itibaren İspanyol Habsburger’e karşı sürmekte olan bağımsızlık savaşının anlaşmayla sonuçlanması ile bugünkü Hollanda’nın bağımsızlığa kavuşması.
*1815: Napolyon sürecinden sonra Hollanda Krallığı 1. Dünya savaşı dâhil tarafsız kalmıştır.
*1871: İkili ilişkilerin kurulması.
*1914-1918: Birinci Dünya Savaşı. Alman ordusu Hollanda’ya saldırmamıştır. Savaş sonrasında Alman Kayzeri (Kaiser) Wilhelm II. Hollanda’ya sığınmıştır.
*1939-1945: İkinci Dünya Savaşı. Almanya Hollanda’yı işgal etmiş ve ilişkiler kopmuştur. Savaşta ülke yıkıma uğramış 114,000 Yahudi kökenli öldürülmüş, halkın genç erkeleri çalışma kampına kapatılmıştır.
* 1975- Bonn Anlaşması ile 567 km uzunluğundaki sınırların düzenlenmesi anlaşması. Almanya-Hollanda ilişkilerini Hollandalı tarihçilerden bazıları üç süreçte ele almaktadırlar.
I. 1949-1955: Güvensizlik (şüphe) ve uyanık bulunma (ihtiyat) dönemi.
II. 1955-1969: Federal Almanya’nın NATO üyeliği ile birlikte “düşmanın” zamanla ortağa dönüşmesi.
III. 1969-1989: Genel anlamda düşmandan söz edilmemekte kararsızlık ve duyarlılık öne çıkmaktadır.
*1989: Berlin Duvarı’nın Yıkılması: Bu gelişmeyle birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Önce büyüyen Almanya’nın baskın konuma geçebilmesi ve artan yabancı düşmanlığında gelen korku,
sonra Solingen yangınında ölen Türkler nedeniyle kart göndererek ırkçılığın kınanması.
*1995: Şansölye Helmut ohl‘un Hollanda‘ya resmi ziyareti ve İkinci Dünya Savaşı‘nda Hollanda‘nın işgali, Rotterdam‘ın bombalanmasının canice olduğunu söylemesiyle ilişkiler giderek iyileşmiş ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır. Her ne kadar Hollanda-Almanya ilişkileri iyi yönde gelişmekte ise de Hollanda açısında Almanya komşu Belçika‘dan daha büyük komşu ve
önemli ekonomik ortaktır. Almanlar için ise Hollanda diğer komşular bile birlikte küçük bir komşudur ve korkulmadığı
gibi yabancıl olarak algılanmaz. Bir diğer nokta Hollanda‘nın Endonezya‘da 350 yıllık bir sömürgecilik geçmişi vardır. 1947-1948‘de Hollanda sözde bir iç polis müdahalesiymiş gibi göstererek adı altında Endonezya‘da Sumatra‘nın büyük bir kısmı ile Java adasını askeri harekatla işgal etmiştir. Hollandalı Mavi-Bereli‘ler (Birleşmiş
Milletler Barış Gücü‘nün) Hollandalı askerler Bosna Savaşı’nda Srebrenitsa’daki katliamı/ soykırımı önlemek için kararlı müdahalede bulunmamış ve silahsız, savunmasız insanları Sırpların vahşetine terk etmiştir. Bu nedenle soykırıma dolaylı katılmış oldukları söylenebilir. Gerginlik Odakları Aslına bakıldığında iki ülke arasında gerçekten gerginlik oluşturacak bir sorun yoktur. Buna rağmen siyasi bir kriz söz konusu olmuştur. Mart 2017: Türkiye Hükümeti Bakanlarının anayasa referandumu nedeniyle referandum kampanyası için Hollanda’da bulunan Türklerle toplantı yapmak istemesi üzerine Hollanda Hükümetinin yabancıların siyasi kampanya yapmalarından rahatsızlık duyacaklarını iletmelerinin ve izin vermemelerinin yarattığı siyasi gerginlik. Türk Hükümeti’nin ısrarı sonunda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önceden planlanmış toplantısı ile Hollanda’ya uçuş izni iptal edilmiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya propaganda için araba ile Hollanda’ya geçmiş ama Hollanda’da istenmeyen kişi ilan edilerek sınır dışı edilmiştir. İki ülke arasındaki kriz giderek derinleşmiş; Cumhurbaşkanı Erdoğan Hollanda Başbakanı Mark Rutt’u “Nazi kalıntısı ve faşist” olmakla suçlamıştır. Kriz Nasıl Başladı Almanya Gaggenau Belediyesi, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın referandum ile ilgili toplantının salonun ve park yerlerinin yetersizliği gerekçesiyle iptali; Yine Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin Köln’de yapacağı toplantısının iptal edilmesi; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yapacağı toplantısının iptal edilmesi üzerine Alman mevkidaşıyla görüşmesini ve Almanya gezisini iptal etmesi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan etkinliklerin iptal edilmesini ‘Nazi dönemine’ benzetmesi ve “Sizin şu andaki uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil, bunu böyle biliniz” demesi; Ve aslında krizin ardında yukarıda anılan birçok nedenin yanında Hamburg’daki HafenCity Üniversitesi’nden Dr. Yaşar Aydın’ın belirttiği gibi “Birincisi Türklerin Türkiye ile kültürel ve siyasi bağlarından ve Türk siyasetinin Almanya’ya taşınmasından duyulan rahatsızlık. İkincisi Türkiye ile Almanya arasındaki çıkar farklılıkları, iki ülke ilişkilerindeki gerilimler, Almanya’da Türk hükümetine karşı bir atmosferin olması” ve yine bu gerginlikten en çok Almanya’da yaşayan Türklerin etkilendiği ve olayların “Türkiye ile gerilim İslamofobya’yı, Türk karşıtlığı ve ırkçılığı tetikliyor” olması yatmaktadır.Yaptırım Tehditleri Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ekonomik yaptırım uygulamasının Hollanda için söz konusu olmadığını söyledi. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD). … “Ortak çıkarlar temelinde gerginlikler diplomasi ile aşılmalıdır.
…Siyasetçileri sağduyulu ve çözüm odaklı olması tarihsel bir sorumluluktur” şeklinde beyanda bulundu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)… “Gerilimin kimseye faydası yoktur.” Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu en sert tepki ve yaptırım uygulanması bağlamında “Hükümete çağrıda bulunuyorum. Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanını Hollanda’ya sokmuyorlarsa, Hollanda ile ilişkilerimizi lütfen askıya alın. Her türlü desteği vereceğiz” dedi. Devamla Kılıçdaroğlu Adana toplantısında “Diplomaside bir kural vardır. Diplomatların dokunulmazlığı vardır, bakanların da dokunulmazlıkları vardır. Bakanlarımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanları, Almanya’ya giderken engelleniyorsa, Hollanda’ya giderken engelleniyorsa bu kabul edilemez, bunu kabul etmiyoruz. Buna karşı her türlü tepkimizi CHP olarak da gösteriyoruz ve göstereceğiz” şeklinde konuşarak “İlişkileri askıya alın” çağrısını yaptı. Kılıçdaroğlu ayrıca… “Bir daha söylüyorum. Bizim bakanlarımızı Türkiye’nin bakanlarını Almanya’ya sokmuyorlarsa, Alman askerlerinin İncirlik’te ne işi var?” dedi. Avrupa’daki Tepkiler Avrupalı yetkililer kendilerinin hukuk devleti olduklarına vurgu yaparak krizde orantılılık ölçüsünün kaybolduğunu belirtmişlerdir. Hollanda Başbakanı Srebrenitsa soykırımı suçlamasını reddederek “iğrenç tarihi çarpıtma” diyerek “Biz bu seviyede olmayacağız. Bu kesinlikle kabul edilemez” şeklinde konuştu. Halbuki Hollanda’daki bir Hukuk Mahkemesi 2014 yılında Srebrenitsa katliamında 300 kişinin öldürülmesinde Hollanda’yı suça ortak kabul etmiştir. Bu arada genel seçimleri kazanan Hollanda Başbakanı Mark Rutt, seçim öncesi çalışmalarını sürdürürken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Nazi kalıntısı ve faşist” ifadelerine “Elbette çok aykırı sözler. Kızgın olduklarını anlıyorum ancak bu ifadeler çizgiyi aşıyor. Türkiye ile ilişkilerimizi mümkün olduğunca iyi ve güçlü tutmaya gayret edeceğiz. Asırlara dayanan çok güçlü bağlarımız var. Öncelikle resmi ilişkilerimizin iyi olmasını istiyoruz. Bu konuda endişem yok. Fakat bugün Türkiye – Hollanda ilişkileri için iyi bir gün değil” değerlendirmesini yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şansölye Merkel’i teröristleri desteklediği suçlamasına Almanya Hükümeti iddiaları “saçma” bulmuş ve Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert “Şansölyenin provokasyonlar yarışına katılmak gibi bir niyeti yoktur” demiştir. Danimarka hükümeti Başbakan Binali Yıldırım’ın Danimarka’ya yapacağı ziyareti erteleyerek buluşmanın Türkiye’deki gelişmelerin hafife alıcı değerlendirilebileceği ama bunun böyle olmadığının altını çizmiştir. AB Komisyonu Türkiye’de çeşitli üyelik programlarında gelişme olmadığını gerekçe göstererek Türkiye’ye AB desteğini durdurmuştur. Türkiye’deki referandum süreci çerçevesinde Avrupa ülkelerindeki toplantılara katılmak isteyen hükümet yetkililerine bugüne kadar Almanya, Hollanda, Avusturya ve İsviçre engelleyici oldular. Bugün Federal Hükümet sözcüsü olan eski bir gazeteci Steffen Rüdiger Seibert Almanya’nın Türkiye ilişkilerine önem verdiğini ancak son dönemde görüş ayrılıklarının olduğunun altını çizerek “Tüm bu fikir ayrılıklarına rağmen müttefik olarak tartışmalarımızı bizim değerlerimiz temelinde sürdürmemiz gerekir. Bu değerlerin başında ifade özgürlüğü basın ve gösteri özgürlüğü geliyor. Öte yandan Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ilişkilerin çok gergin olduğunu ve görevlerinin de Türkiye ile ilişkileri germek değil normalleştirmek olduğunun altını çizerek, herkesin ilişkilerde normalleşmenin sağlanması için kendi üzerine düşeni yapacağına inandığını belirtti. Yaşananlar ışığında Almanya-Türkiye- Hollanda ilişkileri çok zor günlerden geçmektedir. Aslında gereken ve beklenen ise serin kanlı ve sağlıklı yaklaşım ile sağduyunun ön plana çıkarılarak mantıklı, karşılıklı anlayış ve empati ile sorunların üstesinden gelebilme yetisidir