“Bazen bitmeyen gün yapmışlar
diye düşünüyorum, sonra bir
bakıyorum aylar geçmiş”
Nette gezinirken rastladığım
bu cümlenin varyantlarını epey
bir kurmuşluğum vardır…
Zaman bize oyun oynuyor
gibi…
Düşünüyorum da, okuduğum
bir kitapta dendiği gibi bir de, “şu
görünen evren bir ışık oyunuysa…”
Oooh aklımın keyfine deymeyin
gitsin… Şimdiden soğuk almış
gibi…
Platomuz şahane, zaman başoyuncu…
Her sabah oyalanmak için yeteri
kadar materyallerle de uyanıyoruz…
Ona koştur, bunu çöz,
şuna yetiş gırla gidiyor… Ama bir
saniye sonrası belli olmadan…
Ve biz de hâlâ her şeyimizi sahiplenmekte
bir sakınca görmüyoruz.
İşte büyük cehalet… En
büyük cehalet kişinin kendini bilmemesi
malumunuz. Kendini bilmeden
etrafı çözenlere de hastayım
o yüzden…
30’undan sonra seneler kum
saati gibi daha bir hızlanıyor… Ve
bu hızda öğrendiğim bir gerçek
de var ki: Gerçeklerimiz aslında
yalanlarımız… Sarıldığımız hiçbir
şeyin sahibi değiliz, yalanın sahibinin
olmadığı gibi…
Şöyle düşünün;
Öyle bir diziye başlamışız ki,
elimize senaryo tutuşturulmuyor,
her şey belli değil yani. Bir saniye
sonra oynayıp oynamayacağın,
rol değiştirmeyeceğin, başka
karaktere bürünmeyeceğin, hiçbir
şey belli değil…
Yönetmende iş bitmiyor yani
senaryo nasıl gidiyor? O önemli…
Zamanı öldürmek kavramına
o yüzden çok kızıyorum. Öyle değerli
ve öyle başrol ki…
“Acelen” varsa o daha da hızlanır,
girdiğin stresle enerjiyi yönetemediğin
için yollar tıkanır…
Çünkü neyi “deli gibi düşünmezsen”,
o normal hızına ve seyrine
döner… Projektörlerini o sahadan
çekmişsin gibi yani…
Düşünce gücünü keşfetmeyen
var mı aramızda?
Varsa da bu olay şöyledir:
Ne zaman acelen olsa herkes
yola çıkmıştır, lanet olsundur…
Bu kadar basit mi peki…
The Truman Show filmini tavsiye
ederim…